Bu soru öteden beri çeşitli şekillerde karşıma çıkıp durur ama özellikle şubat depremlerinden bu yana “Büyük felaketlerin sanatı nasıl yapılır?” diye düşünüyorum. Ne yapılsa, ne yapsam, bana eksik geliyor.
Büyük acıların sanatını yapmak her zaman açmazlara gebedir. Acıyı anlatmalı ama kanırtmamalı, yani “duygu sömürüsü” alanına girmemelisiniz, çünkü bu acının asıl sahiplerinden rol çalmak olur. Yalnızca dünyaya “ayna tutmak”la ilgilenen bir sanatçı değilseniz, acıyı anlatmakla kalmamalı, acıdan dışarı çıkan bir umut kapısı da açmak zorundasınız. Öyle ya, habercilik zaten bu acıların resmini alabildiğine ayrıntılı olarak çekiyor; bunu estetiğin araçlarıyla yeniden yapmak elbette gerekli olsa da, bunun ötesine geçmediğinizde bir şeyler hep eksik kalıyor. Acı bizi sarmakla kalmıyor, boğmaya başlıyor. Şarkıda dendiği gibi: “Her sabah ağlıyorsak, geceye sığmıyorsak, eksik bir şey…”
SAHNENİN FARKLI YERLERİNE DAĞILMIŞ MADENCİ BARETLERİ
Geniş Merdiven’in epik oratoryolarında kimi zaman rapsod, kimi zaman şair olarak sahneye çıkan Latif Tiftikçi’nin oynadığı ‘Değil’ oyununu izlerken bunları düşündüm bir kez daha. Erkal Umut’un yazıp yönettiği Eskişehir Halk Sahnesi oyununda Tansel Şahinoğlu’nun yönlendirdiği ses efektleri, videolar ve ışık da önemli bir yer tutuyor. Siyah perdelerin önünde bir yükseltide oynanan oyunun en önemli dekoru sahnenin farklı yerlerinde dağılmış olan madenci baretleri. Bu baretlerin -kablosuz bir ağla yönetilen- ışıkları, oyunun akışında önemli roller üstleniyor.
‘Değil’, maden kazasında içeride kalmış bir adamla dışarıda ondan haber almaya çalışan babasını anlatan tek kişilik bir oyun fakat Latif Tiftikçi’nin acıyı kanırtmadan anlatmayı başaran ölçülü ve nüanslı oyunculuğuyla, bu iki kişinin öyküsünden çıkarak önce bir kasabaya, sonra da içinde yaşadığımız sınıflı toplumun bütüncül bir manzarasına açılıyor. Yalnızca 45 dakikalık oksijen sağlayan eski model maskesinin ağızlığının ardından nefes almaya çalışarak kurtarılmayı bekleyen bir madenciyi ve onun “Oğlum öldü mü, yaşıyor mu?” sorularının mengenesi arasında kıvranan babasını görmüyoruz. Başka madencileri, başka madenci ailelerini, onların tütün tarlalarını ve zeytin bahçelerini obur bir canavar gibi midesine indiren termik santralin külleri altında yaşayan bir kasabayı, tekerleri bir insan boyunda kamyonlara başbakanın huzurunda kurbanlar kesen maden patronunu, göstermelik iş güvenliği “denetim”lerini ve emekçilere yoksulluk 40 katırı ile ölüm ve hastalıkların 40 satırı arasında “özgür seçim hakkı” veren “serbest” piyasayı da izliyoruz.
‘Değil’ oyunu bu noktada bir belgesel oyuna yakınsıyor. Peter Weiss’ın (Nazilerin Auschwitz’te işlediği suçları davanın tutanakları dışında tek bir söz kullanmadan hazırladığı) ‘Soruşturma’ oyununun ilk örneğini oluşturduğu belgesel tiyatro, nesnel olguları sunarak seyirciyi gerçekliğe dair bir tutum almaya yönlendirir. Yazarın nesnel olgular arasında yaptığı seçimler elbette önemlidir -yalnızca sanatta değil her tür iletişimde neyi içeride tutup neyi dışarıda bıraktığınız önemlidir- ancak gerçekliği gerçekte olduğu şekliyle yansıtmayı başarırsanız Lenin’in “gerçekler devrimcidir” saptaması kendini kanıtlar.
‘BELGESEL NİTELİĞE SAHİP DEĞİL ANCAK BELGE VE OLGULARA DAYALI BİR ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ’
Daha önce Mitos Boyut tarafından yayımlanmış ‘Linyit Yanığı’ ve ‘Demirden Odalar’ ile birlikte bir madenci üçlemesinin parçası olan ‘Değil’, bir belgesel oyun değil fakat oyunun içeriği bütünüyle madenler ve maden kazaları hakkındaki olgulardan, haberlerden ve metinlerden faydalanarak oluşturulmuş. Oyunun yazarı ve yönetmeni Erkal Umut, bir röportajda “Maden kazalarını konu alan oyunumuz belgesel bir niteliğe sahip değil ancak diğer yandan belge ve olgulara dayalı bir çalışmanın ürünü,” diye tarif ediyor bu durumu.
Oyunun bu belgesel yanı ve yalnızca bir madenci babasının değil bütün bir sistemin öyküsü olması, güçlü yanı olduğu kadar zayıf yanını da oluşturuyor olabilir. Büyük bir olayın ardından gelen büyük bir gerilimin üzerine kurulmuş olan oyun; incelikle işlenmiş metni, görsel ve işitsel efektleri ve ölçülü oyunculuğuyla seyirciyi bir an bile kendinden kopartmıyor. Ancak dramatik gerilimin “Acaba kurtulacak mı?” sorusu üzerine kurulması (oyun bize söylemese de bu sorunun cevabının çoğunlukla hayır olduğunu yıllardır yaşadığımız maden kazalarından biliyoruz) dramatik yapıda yeni katmanlar oluşturmanın önünü kapatıyor olabilir. Oyunda bu gerilimin (ve maden kazasını hazırlayan çeşitli olayların) dışında kalan insan hikayelerinin, başka dramatik çelişkiler oluşturacak şekilde aktarılmaması, bu yöntemin sürdürülebilirliği, yani bunun büyük acıları konu alan başka sanat eserlerinde etkili biçimde kullanılacak bir yöntem olup olmadığı konusunda soru işaretleri bırakıyor.
Elbette her sanat eseri, başka sanat eserlerinin nasıl yaratılacağı konusunda kategorik bir metodoloji sunmak zorunda değil. Bazı şeylerin bir şekilde anlatılması gerekir ve başka şeyler için başka ifade patikaları aramamız gerekebilir. Tekil eserlerden böyle bir şeyi yapmasını beklemek haksızlıktır belki de… Nihayetinde ‘Değil’ oyunu, maden kazalarını konunun arzu ettiği güç ve derinlikte anlatmayı başarıyor. “Büyük acıların sanatını yapma” sorunsalı ise belki ilelebet, bu acıların toplumcu bir sistemde mümkün olduğunca ilga edileceği bir gelecekte bile, bizi meşgul etmeye devam edecek.
‘Değil’, 21 Mart 2024 Perşembe saat 20:30’da İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde sergilenecek.